17.02.2017

Diyanet’ten "DEAŞ" raporu

Diyanet İşleri Başkanlığı, "Dini İstismar ve Tedhiş Hareketi DEAŞ" başlıklı rapor hazırladı.

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığınca hazırlanan raporda, DEAŞ’ın İslam anlayışı ve dini metinlere yaklaşım biçimiyle ilgili bilgiler yer aldı.

DEAŞ ve benzeri oluşumlarla etkin bir mücadelenin esasen siyasi, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına bağlı olduğuna dikkat çekilen raporda, bununla birlikte, birtakım dini argümanları kullanarak gençleri tuzağa düşürme istidadı taşıyan bu nevi örgütlerle mücadele için Türkiye'de ve İslam dünyasında sahih ve makul bir din anlayışının yaygınlaştırılmasının ve ilmi düzeyin yükseltilmesinin de önemli bir rol oynayacağının açık olduğu kaydedildi.

"Müslümanları sürekli savunma psikolojisi içine sokmuştur"

DEAŞ benzeri örgütlerin sayısının son yıllarda artmasının ve Müslüman gençlerin bu tür şiddet eğilimli örgütlerin tuzağına kolayca düşmelerinin iktisadi, siyasi, toplumsal ve kültürel nedenlerinin bulunduğu belirtilerek, şu ifadelere yer verildi:

"Sömürge çağından başlayarak Müslüman ülkelerden geçim derdiyle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'ya göç eden milyonlarca Müslüman, gittikleri ülkelerde başlangıçta hoşgörüyle karşılansalar da zamanla kalıcı oldukları ve asimilasyona direnç gösterdikleri anlaşılınca, onlara karşı gittikçe artan ön yargılı bir tutum gelişmeye başlamıştır.

Sonraki nesil Müslüman azınlıkların, bulundukları ülkelerin dilini öğrenip demokratik haklarını talep etmeleri, ilgili ülkelerde yabancı düşmanlığının dirilmesine ve İslamofobianın doğmasına ve yayılmasına etki etmiştir. Bu süreçte İslam ülkelerindeki şiddet yanlısı örgütlerin özellikle, doğup büyüdükleri ülkelerde sadece Müslüman veya yabancı oldukları için dışlandıklarını hisseden Müslüman genç nüfus üzerinde propaganda faaliyetleri yürüttükleri, buna karşın batılı ülkelerin, sorunların çözümü yönünde tavır almada yetersiz kaldıkları görülmüştür."

Bunun neticesinde de şiddete çağıran bu fikirlerin, Müslüman gençler arasında yayıldığına dikkat çekilen raporda, "Birtakım tedbirler geliştirerek entegrasyonu artırıcı, Müslümanların içinde yaşadıkları Batılı toplumlara uyumlarını teşvik edici politikalar uygulamak yerine Avrupa ülkeleri, kibirli ve buyurgan bir üslupla Müslümanları ılımlı ve radikal olarak ayırıma tabi tutmuş, bu tavrını kitle iletişim araçları vasıtasıyla yaygınlaştırmış ve neticede Müslümanları Batı toplumu içinde sürekli savunma psikolojisi içine sokmuştur. Bu durumun Müslüman gençler üzerinde kimlik krizlerine ve psikolojik ezikliğe yol açması kaçınılmazdı." değerlendirmesine yer verildi.

"Dini bir anlayışın ürünü olarak değerlendirilmemeli"

Raporda, Afganistan ve Irak'ın işgali, 11 Eylül saldırıları, Filistin sorununun çözümsüzlüğe mahkum edilmesi, Arap Baharı'ndaki demokratik taleplerin anti-demokratik yollarla bastırılmasına dünyanın sessiz kalması ya da çok cılız tepkilerin gösterilmesi gibi durumların, Müslüman ülkelerde ümitsizlik ve çaresizlik duygusunun yayılmasına neden olduğu belirtildi.

Irak işgalinin ardından uygulanan mezhepçi politikalarla Sünni Arap kesimin yönetimden büyük ölçüde dışlanmasının radikal eğilimde olan örgütlere istedikleri fırsatı verdiği ve DEAŞ'ın çıkmasına zemin hazırlandığı tespitine yer verilen raporda, "Hazırlanan bu rapor değerlendirilirken şu nokta gözden uzak tutulmamalıdır, DEAŞ benzeri örgütler, siyasi, ekonomik ve toplumsal adaletsizlik ve uluslararası güç savaşlarının ve buna bağlı şartların modern zamanlarda ürettiği bir olgudur. Bu yapıların dini bir anlayışın ya da İslam'ı şöyle veya böyle yorumlamanın bir sonucu ve ürünü olarak değerlendirilmesi doğru değildir." ifadelerine yer verildi.

DEAŞ ve benzeri örgütlerin ortadan kalkmasının ancak adaletsizliklerin giderilmesi ile mümkün olabileceğinin altı çizildi.

"Ayetleri bağlamından koparıyorlar

Örgütün, ayetleri bağlamından koparan bir yaklaşımla hareket ettiğine vurgu yapılarak, "DEAŞ'ın ayetleri bağlamından kopararak, konuyla alakalı diğer delilleri ve dinin temel amaçlarını dikkate almadan yaptığı yorumların da meşru bir temeli olmadığı ve olamayacağı aşikardır." ifadesi kullanıldı.

DEAŞ ve benzeri yapıların kullandığı temel referansları Kur'an, sünnet, tefsir, hadis ve fıkıh literatürü gibi tüm Müslümanlarca kabul görmüş temel kaynaklardan aldığı belirtilerek, ancak bunların çarpıtıldığı anlatıldı.

Örgütte köklü fıkıh birikimi olmayan kişilerin, fetva makamlarında yer aldığının aktarıldığı raporda, bundan yola çıkarak fıkhi uygulamaların ne derece sığ ve yetersiz olduğunun da anlaşılacağı belirtildi.

Bu hareketlere destek vermeyen alimlerin, görüşlerine itibar edilmeyen kişiler olarak değerlendirildiği görüşüne yer verilerek, kendi icraatları hakkında en ufak bir eleştiri yapan ilim adamlarının ise siyonistlik de dahil her türlü ithama maruz kalabildiği ifade edildi. Örgütün, kendi saflarına katılmayan alimlerin görüşlerine itibar edilmeyeceğini de "ka'id (cihada katılmayan), mücahide fetva veremez" sloganıyla deklare ettiği kaydedildi.

Örgüte göre "Müslüman kimdir?"

Örgütün, itikadi kavramlara bakışının da değerlendirildiği raporda, "Müslüman kimdir?" sorusuna karşılık, "Bir cümleyle bu soruya cevap vermek gerekirse örgütün anlayışına göre Müslüman, DEAŞ'a bağlı olan veya onun kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan kişidir. DEAŞ'ın diğer Müslümanları dışlayıcı ve ötekileştirici tavrının ardında, benimsemiş oldukları Selefi-Vehhabi çizginin iman anlayışını kendi amaçları doğrultusunda yorumlamasının yansımasını görmek mümkündür." tespitine yer verildi.

"İslam'ın asla razı olmayacağı bir insanlık suçudur"

İslam'ın ana akımı olan Ehl-i Sünnet'e göre DEAŞ'ın konumunu belirlemek için son dönemin büyük alimlerinden İbn Abidin'in ortaya koyduğu "Bir grubun Harici sayılması için hasmane tavır aldıkları ve savaştıkları kişilerin kafir olduğuna inanmaları yeterlidir." ilkesinden hareket edildiği takdirde, icraat ve dokümanlarından, diğer Müslümanların dışlayıcı bir tavır içine girdikleri açıkça anlaşılan DEAŞ'ın, Ehl-i Sünnet ana akımının dışında olduğunun açıkça görüldüğü bildirildi.

Raporda, Hz. Ömer'in valilerini uyarmak için "Ne zamandan beri hür doğmuş insanları köleleştirdiniz?" sözüne atıfta bulunularak, İslam dininin genel hedef ve maksatlarını dikkate almayan DEAŞ'ın, savaşa iştirak etmemiş kendi hallerindeki Yezidi/Ezidi toplumuna baskı uygulayarak, tutsak ettiği kadınları köleleştirdiğine işaret edildi.

DEAŞ'ın yaptığının hür insanları zorla köleleştirmekten başka bir şey olmadığının belirtildiği raporda, örgütün bu yaptığının, cahilliye dönemi kabile zihniyetinin ganimet anlayışıyla bağdaşan bir tutum olduğuna değinildi. Ayrıca bu davranışın, yabancı kökenli savaşçıları ve İslam dünyasındaki yeni yetme gençleri örgüte çekme vesilesi olarak kullanmasının, örgütün problemli bir din anlayışına sahip olduğunun göstergesi olduğuna da dikkat çekildi.

DEAŞ'ın kafa kesme, işkence, soykırım gibi korku salan yöntemlere başvurmasının sindirme ve propaganda amaçlı olduğu, bunların bilinçli yapıldığı belirtilerek, "DEAŞ'ın bireysel işkencelerin ötesinde, hangi dinden olursa olsun kendisine muhalif olan kesimleri toplu öldürmeye ve soykırıma tabi tutması ise İslam'ın asla razı olmayacağı başlı başına bir insanlık suçudur." ifadesi kullanıldı.

"Küresel düzeyde tehdit"

"Kendisini lafızcı-selefi çizgiyle meşrulaştırmaya çalışan, radikal nitelikli bir örgüt olan DEAŞ, yalnızca bölgesel düzeyde değil, küresel düzeyde bir tehdit mahiyetini almıştır." değerlendirmesine yer verilerek, örgüte Türkiye'den az da olsa katılımların olmasının, Türkiye için ayrıca bir risk oluşturduğu belirtildi.

Raporda, DEAŞ ve benzeri Müslüman görünümlü terör örgütlerinin en büyük zararının, tüm dünyaya olumsuz bir İslam imajı vermiş olmaları olduğu belirtilerek, "Hemen her gün medyada yayınlanan nahoş görüntüler, şiddet içerikli sahneler, bütün dünyada İslamofobianın gittikçe yayılmasına sebep olmakta ve medya üzerinden 'İslam, şiddet ve terör dinidir' şeklinde bir algı yönetimi gerçekleştirilmektedir." denildi.